Kaymakam Eroğan

1939-1941 yıllarıydı. Bizim köyde okul olmadığı için Akpınar köyünde okuyordum. O zaman köyümüzSaimbeyli ilçesine bağlıydı.
Saimbeyli’ye yeni bir Kaymakam gelmiş, hiç durmadan köyleri geziyor, evlerde temizlik kontrolü yapıyor ve köylülere çeşitli sorular
soruyor , bilmeyenleri cezalandırıyor diye bir söylenti yayıldı. Mesela; “Cumhuriyet ne demek? İstiklal ne demek?” diye soruyor, İstiklal Marşı’nı okutuyormuş. Akpınar köyüne de falan gün gelecekmiş dediler.
Akpınar Köyünde telaş
Bunun üzerine köyde bir telaş başladı. Köy halkının yaşlıları okula gelip bu soruların cevabını
öğrenmeye çalışıyorlardı. Biz çocuklar bu işi hem bir oyun hem de bir devlet meselesi gibi
görüp onları imtihan ediyorduk. Köy bekçisi tellal gibi çağırıyor “Kaymakam Bey şu gün gelecek
işlerinizi bitirin, evlerinizi temiz tutun, hazırlıklı olun!” diye talimatlar veriyordu. Hatta bununla
da yetinmeyip tek tek evleri geziyordu. Kadınlar ev temizliği yapıyor, erkekler dışarıları
temizliyorlardı. Ev ve sokak temizliği bitince kişisel bakıma geçildi. Erkekler tıraşlarını oldu,
kadın erkek çoluk çocuk herkesin tırnakları kesildi, kontroller yapıldı.
Beklenen gün geldi, Kaymakam Eroğan Akpınar’da.
Nihayet beklenen gün geldi. Kaymakam, yanında en az yirmi beş-otuz süvari ile köye girdi.
Yanındakilere “Siz muhtarın yanına gidin, beni orada bekleyin!” dedi. Kendisi köyün bir ucundan
başlayıp evleri tek tek gezdi. Evlerden çeşitli eşyalar alarak muhtarın evine gitti. Köylü zaten
hazır bekliyordu. Atlıları misa r etmek üzere alıp götürdüler. Kaymakam ise muhtarda kaldı.
Muhtara “Yarın köyde kadın erkek kim varsa okulun önünde toplanacak” diye emir verdi.
Kırık ayna, hamali ve keklik yumurtası
Ertesi gün köy halkı; kadın, erkek, çocuk okulun önüne büyük bir merak ve heyecanla toplandı.
Öğretmenimiz bazı talimatlar verdikten sonra bizi de okulun önüne sıra yaptı. Kaymakam
yanındakilerle birlikte oraya geldi. Ortaya bir masa kurulmuştu. Kaymakam önceki gün
evlerden topladığı eşyaları masanın üzerine bıraktı. Bu eşyalar arasından bir tane kırık aynayı
eline alarak “bu bir tıraş aynası, kırılmış halde neden evinde tutuyorsun? Götür çöpe at !”
dedikten sonra; eline kadınların saçlarına ek olarak taktıkları örgülerden birini aldı. “Bunu
kadınlar saçlarına takıyorlar, gerçi Çerkes köylerinde pek rastlamadım. Çok gereksiz bir şey!”
dedi. Daha sonra süslü bir keklik yumurtasını havaya kaldırdı. “Bu bir yumurtadır. bunu
süsleyip de evin duvarına asmaya ne gerek var!” dedikten sanra sıra gümüş zincirli bir hamaliye
( içine muska konup boyuna asılan büyük kolye) geldi. Hamaliyi yukarı kaldırıp “ Buna hamali
derler. İçinde ya bir kadının çocuğu olması için veya bir hastalık için bir üfürükçü tarafından
yazılmış bir kağıt parçası var. Hocalar hepiniz buradasınız soruyorum: Allah ile kulun arasında
böyle bir şey var mı?” Hocalar hep bir ağızdan “Hayır!” diye bağırdılar. Eşyalarla ilgili “ Ben
bunların resimlerini çektirip; Saimbeyli’de medeniyet böyledir diye gazetelerde yayınlatacağım”
dedi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Sıra sorulara gelmişti.
Köylülerin en yaşlılarından Çolak Ömer’i gözüne kestirip ilk soruyu ona yöneltti.
-Söyle bakalım cumhuriyet ne demek?
Çolak Ömer yutkunduktan sonra;
-Bilmiyorum? dedi.
Kaymakam öfkelendi.
-Sen o sakalı değirmende mi ağarttın? Şu mini mini çocuklara sorsam hemen cevap verirler.
Bunu bilmeyeni vatandaş saymam ! dedi.
Kalabalıktan biri;
-Gördüğünüz adam harp malulüdür. Çolak olan kolunu değirmende değil, cephede
kaybetmiştir? dedi.
Köy halkı “ Koskoca kaymakama karşı mı geliyorsun?” diyerek bu kişiyi azarlayıp susturdu.
Zavallı Çolak Ömer ise devletten aldığı malül maşını kesilmesinden korkup hiç sesini çıkarmadı.
Kaymakam olanları duymamış gibi sorularına devam etti. Aynı soruyu birkaç yaşlıya sordu.
Onlar da bilmeyince yine aynı şekilde kızdı. En son daha genç birine aynı soruyu sordu. Ali
Mirza bu soruyu bilince, Kaymakam koca bir aferin verip topluluğa alkışlattırdı. İkinci gelişine
kadar bu soruları ve İstiklal Marşı’nı ezberlemeleri gerektiğini söyledi.
Sıra çocuklara gelmişti. Çocuklardan şiir ezberleyen olup olmadığını sordu. Ben o zaman ikinci
sınıftaydım. Üçüncü sınıftan bir arkadaş “Cumhuriyet” isimli bir şiir okudu. Hatırladığım
kadarıyla şöyle bir şiirdi:
CUMHURİYET
Ne saltanat, ne sultan
Ne hakanlık ne hakan
Biz ki Türk’üz, Türk’e baş
Kendi seçtiği yurttaş.
Hükmeden millet
Milletle birdir devlet
Millet beğendiğini övüp,
Güvendiğini saylav seçer.
Bu seçilen saylavlar
Bir yerde toplanırlar
Buna denir kamutay
Türklere budur saray. (*)
Şiir okunduktan sonra kaymakam öğretmene “ Çocukları içeri al, üşütmeyelim!” dedi. Bizi
öğretmen içeri aldı ama hepimiz pencereye hücum edip oradan dışarıyı izlemeye devam ettik.
Kaymakam “ Gençler şu tarafa ayrılın bakalım!” deyip gençleri ayırdı. “Soyunun bakalım böyle
tembel durmak olmaz” dedi. Gençler soyundu. Bekir Onbaşı adında bir karakol komutanı vardı.
Onun eline düdüğü verdi. “Gençleri şu tepeye götür. Oradan yarışı başlat. Kim önce buraya
gelirse ona madalya vereceğim” dedi. Komutan gençleri götürdü. Tepeden okula doğru
koşmaya başladılar. O zamanın gençlerinden Saatçinin oğlu Lütfü birinci geldi. Madalyasını aldı.
Kaymakam o gün köyden ayrıldı. Köyde haftalarca bu konu konuşuldu.
Kazım SABAN 27/01/2009
* Yukarıdaki şiir Hasan Ali Yücel’in “Cumhuriyet” adlı şiiridir ve aslı aşağıdadır.

CUMHURİYET
Ne saltanat, ne sultan:
Ne hakanlık, ne hakan;
Biz ki Türküz, Türke baş
Kendi seçtiği yurtdaş.

Hükmeden ancak millet,
Milletle birdir devlet.
Onun dediği olur,
Onun sözü tutulur.
Millet güvendiğini
Öğüp beğendiğini
Yerine vekil seçer
“Yurda bakacaksın” der.
Bu seçilen vekiller
Bir yerde birleşirler.
Ona denir Kamutay
Millete budur saray.
Saylavlar, kadın, erkek,
Vatanı düşünerek
Kanun yaparlar orda;
Düzen verirler yurda.
İşler yürür bunlarla,
Eldeki kanunlarla
Yurt idare edilir;
Buna Hükümet denir.
Durumu böyle olan,
Bu şekilde kurulan
Devlet, Cumhuriyettir;
Onda hakim millettir.
Kamutayca seçilen
Cumhurreisi denen
En büyük Türk yurtdaşı
Olur devletin başı.
Cumhuriyeti kuran,
Büyük millî kahraman
İlk başkandır Atatürk;
Kimse yok ondan büyük.

Yazan

Kazım Saban
Ben bu anılarımı yazarken, kendimi övmek veya başkasını karalamak niyetinde değilim. Mesela “Rüşvetçi Nahiye Müdürü” adlı anımda bahsettiğim müdürün hayatının son dönemlerindeki perişanlığını gördüm. Dürüst olmayan kimsenin sonunun iyi gelmeyeceğini ve dürüst insanın da sendelese de yıkılmayacağına inanmaktayım. Bu anılarımı çocuklarıma, torunlarıma ve okuyan diğer insanlara ibret olsun diye yazıyorum.
Kazım SABAN 5-Ocak-2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir